Dün yine kanepe üzerinde geçti. Uyudum, uyandım. Size yazmak yerine bir tencere pirinç çorbasını mideye indirdim. Yine uyudum, yine uyandım. Akşam yedi gibi Bey’in yalvar yakarları sağolsun bizim blok etrafında bir yürüyüşe çıktım. Tabii iyi geldi. Kanepede ahlayıp vahlarken mahallede bir yürüyüş kadar basit bir eylemin bana kendimi iyi hissettireceğini düşünemiyorum. Ama zaten depresif hallerin en tehlikeli yanı da bu değil mi? İnsan kendini iyi hissettmek istemiyor. Ruhunun bir tarafı çok derinlerde akan mutsuzluğa teslim oluyor. Benim de farkettiğim, o derin mutsuzluğa teslim olmak isteyen tarafımdan kalktığım günlerde kendimi iyi hissettirecek şeyler yapmaya hevesim hiç yok. O günlerde bırakıyorum o tarafımı, teslim olsun istediği mutsuzluğuna. Çok da itelememek lazım depresyonu.
Bu sabah nisbeten zinde, keyifli ve erken uyandım. İş kıyafetlerimi giyinip salona koştum, yarım saat yoga yaptım. “Çok iyi geldi valla” gibi beylik bir laf etmeyeceğim. Zaten çok iyi gelmedi. Yani kendimi daha iyi hissetmedim. Sadece kendime biraz daha yaklaştım ki şu aralar okuduğum Çeyiz Sandığı adlı kitabın yazarı çok eski dostum Ebru Tuay Üzümcü’nün söylediği gibi “kendinden uzaklaşan insanlar mutsuz ve öfkeli olurlar”. (Daha mutlu, daha özgür hayatlar yaşamakla ilgilenen herkese Çeyiz Sandığı’nı okumalarını öneririm. Derinde bildiğimiz ama bildiğimizi bilmediğimiz bilgeliklerle dolu bir kitap.)
Kendime yaklaşmak, elbette, hele ki böyle bir zamanda günlük güneşlik bir ruh hali yaratmıyor. Bu sebeple hocamız bize der ki “kendinizi çok duygusal hissettiğiniz günlerde yogayı atlayın”. Meselâ geçen yaz babamı kaybettiğimde bana altı hafta boyunca yoga yapmamamı tembihlemişti hocam. “Yoga yapmak yerine deniz kenarında uzun yürüyüşlere çık” demişti. Yas gibi derin keder duyguları insan ruhunu yalar geçerken, insanın kendine yaklaşması hem çok zor, hem de o duygunun merkezine girmek sanıldığı gibi ruhu iyileştirmiyor. Büyük kayıpların duygusunun ruhu alabora ettiği zamanlarda yoga yapmak, fırtınalı bir denize yelken açmaya benziyor. Seyir boyunca sadece dalgayla, rüzgarla mücadele edip, seyrin sonunda da sakin bir koya filan varmıyoruz. Aksine o dalgayı, rüzgarı bütün gün içimizde taşımaya devam ediyoruz.
Duyguların yükselmediği, suların nisbeten sakinleştiği günlerde yoga yaptığımızda amacımız kendimizi daha iyi hissetmek değil zaten. Piyasa ekonomisi yoga derslerini bir diğer “feel good” aracı olarak pazarlasa da geleneksel yapısında yoga, insan kendisini daha iyi hissettsin diye değil, kendine ve oradan kainatın yaratıcısına yaklaşsın diye uygulanan bir disiplin. Bir arkadaşım neden yogayı sevdiği sorusunu “bana kendi kendimle geçirdiğim bir zaman verdiği için” diye yanıtlamıştı. İnsan ayrobik dersinde, bale dersinde, ormanda koşar, denizde yüzerken de kendi kendi ile bir saat geçirmiş olmuyor mu? Oluyor tabii ama yoga seansının farkı hocanın bizi devamlı olarak içimize bakmaya, yargılamadan iç gözlem yapmaya çağırmasında. Tek başına koştuğumuz ya da yüzdüğümüz zaman bu çağrıyı tek başımıza duymamız yogadaki kadar kolay değil. Bir hedefimiz yok yogada. Ayrobik ve bale derslerinde genelde salonda bulunan ayna da yok. Bedenimizi çalıştırsak bile amaç o bedeni bir şeye dönüştürmekten çok o bedeni hissetmek.
Gezi Direnişinde aktif rol oynayan öğrencilerim bu aralar yoga yapamadıklarından şikayetçiler. Bu çok normal bir şey. Hepimiz yoğun duygulardan geçiyoruz. Hergün karşılaştığımız adaletsizliğe karşı sinirimiz bozuluyor, öfkeleniyoruz. Zulm edilerek ölenlerin yasını tutuyoruz. Sokaklardakilerin hayatında ise korku duygusu çok ciddi bir rol oynuyor. Tutuklanma korkusu, yaralanma korkusu, ölüm korkusu. Zamanlar normal zamanlar değil.
Bu aralar yoga yapamasak da “normal” zamanlarda düzenli olarka yaptığımız yoganın meyvelerini şimdi topluyoruz. Fırtınada denize çıkmıyoruz evet ama fırtına bizi karada yakaladığında da “dünya başıma yıkıldı” bilincinden çok “bu da geçecek, çünkü evrende herşey gelir ve geçer” bilinci ile hayata bakıyoruz. Belki bu bilinç varlığımızın çok derinlerinde bir yerlerde gizleniyor. Belki benliğimizin sadece yüzde 1′lik bir kısmı sarılıyor “bu da gelir, bu da geçer” inancına. Olsun. O yüzde 1′e sarılmak ve oradan yaşamak mümkün. Kanepeden kalkmak da işte o yüzde birin ipine tutuna tutuna oluyor….
Filed under: Turkish, Yoga Tagged: depresyon, duygusallık, gezi, Yoga
